KATAR KRİZİ VE KÜRDİSTAN’DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU!

20 yıldır sürdürülen uzatmalı postmodern savaşın Ortadoğu ayağında birbiriyle bağlantılı yeni gelişmeler var. Musul-Rakka operasyonları, Katar krizi ve tarihi belirlenen Kürdistan referandumu birbirinden bağımsız değil ilişkili. Musul'a dokun seni diğer kriz noktalarına götürür. Rakka veya Katar meselesini irdele, ucu bir yanıyla Musul, Kürdistan'a ulaşır.

Sinan Çiftyürek / Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

Yeni gelişmelerin başında; NATO'nun "DEAŞ karşıtı koalisyon"a katılma kararı almış olması gelir! Rusya'nın "Suriye iç savaşı bitti" dediği süreçte NATO yeni sahaya inecek demek ki savaş ağırlaşacak. Çünkü 30 devletin yer aldığı Koalisyonda NATO üyesi olmayan ülke yok gibi ama kurumsal kimlikle IŞİD karşıtı koalisyona NATO ilk kez katılıyor! Üstelik IŞİD'in kentsel hakimiyetinin sonuna doğru yaklaşıldığı evrede! Nedeni açık, Rakka operasyonu öncesi NATO'nun kurumsal kimlikle de savaşa katılacak olması, Irak-Suriye sahasında daha fazla etkin olma arayışıdır!

İkinci yeni gelişme; Katar krizidir. Genelde siyasal/ideolojik İslam'ın, özelde de İhvan-ı Müslim gibi "Ilımlı İslam"ı yapıların etkisizleştirilmesi; İran "yayılmacılığının önlenmesi" ve  tavan yapan silah ticareti başta olmak üzere bölgede birçok şeyin üzerinden dizayn edileceği bir kriz!

Körfez devletleri ile Mısır, Libya gibi kimi Arap devletlerinin "teröre destek vermek, örgüt liderlerini barındırmak"la… suçladıkları Katar'la ilişkileri kesmeleri, insanın aklına ister istemez "Dinime küfürden Müslüman olsa!" deyimini hatırlatır. Yıllarca beraber aynı haltı işle yani aynı terör örgütlerini askeri ve maddi olarak besle sonra kalk suç ortağına "sen niye yaptın" diye saldır! Yaratılan kriz üzerinden Suudilerin Katar'a yaptığı budur.

Üçüncü yeni gelişme; IŞİD'in kentsel kaleleri olan Musul ve Rakka'dan sökülüp atılmasının yakınlaşmış olması. Yani IŞİD'in kentsel hakimiyetinin son bulmasıyla (kentsizleşme-mekansızlaşma süreci ile) paralel, Irak ile Suriye'de, Fars destekli Araplar ile Kürtlerin savaşının ilk ayak sesleri geliyor!

Dördüncü yeni gelişme; 20 yıldır süren savaşın merkezindeki Kürdistan'da, 25 Eylül olarak tarihi de belirlenmiş bağımsızlık referandumu kararının alınmasıdır!

Katar krizi nereden ve neden çıkarıldı?

Katar dediğin toplam iki milyon civarında nüfusu olan, üstelik büyük çoğunluğu yabancı işçilerden oluşan ve topu topuna 11 bin askeri bulunan Körfez'deki Arap devletçiği. Başta böyle bir devletin, ABD ve Suudi Arabistan'a rağmen iddia edildiği gibi radikal "terör örgütlerini desteklemesi" mümkün değil. Katar ne yaptıysa ülkesinde 10 bin civarında askeri gücü bulunan ABD ile birlikte en azından bilgisi dahilinde yapmıştır. Bugün "terörizme destek veriyor" denilen örgütlere yardıma gelince, başta Suriye'de olmak üzere S. Arabistan ve Türkiye ile birlikte yardım ettikleri sır değil!

Bölgede hesap içinde hesap hep vardı yeni olan ne? Dipteki akıntı da neler yaşanıyor? Katar krizinin altında neler bulunuyor? Yıllardan beri, özelikle de Suriye savaşı başladığından son aylara kadar, S. Arabistan, Katar, Türkiye başta olmak üzere bir dizi Arap-İslam ülkesi; El Kaide, IŞİD, En Nusra… gibi terörist İslami grubun desteklenmesinde uyumlu bir işbirliği içerisindeydiler. Kimisi askeri (Türkiye gibi) kimisi de maddi-parasal destekle (Suudiler ve Katar gibi) sürdürürken, ne oldu da şimdi biri diğerini terör örgütlerini desteklemekle" suçluyor? S. Arabistan-Katar-Türkiye üçlüsünden biri diğerini "terörizmi, terör örgütlerini desteklemekle suçlarsa, "yok birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı bankasıyız" reklamına benzer. O halde mesele nedir?

Birincisi; Katar Emiri, gerek Obama iktidarının İran'a karşı izlediği yumuşama siyasetinden cesaret alması, gerekse Katar'ın doğal gaz kaynaklarının İran ile sınırdaş hatta iç içe olması ve İran deniz kuvvetlerinin basıncı altında olmasının da etkisiyle İran'a karşı bir süreden beri Suudilerden farklı siyaset izliyordu.

Birden fazla nedeni bulunan Katar krizinde, Trump ile birlikte ABD'nin İran'ı kuşatma üzerinden Körfez'de gerilimi tırmandırma politikası belirleyici duruyor. Cumhuriyetçi Trump, Obama politikasını değiştirerek İran'ı yeniden hedef alan bir siyaset izleyeceğini ilk günden belirtmişti. Körfez ülkeleri ziyaretinin ana hedefinde İran olduğu, İran'a kafa tutan S. Arabistan'a destek ilanına gittiğini açıkça ilan etmişti Trump. Zaten Trump'ın "Ortadoğu'ya yaptığım ziyarette… Aşırıcılığın finansmanına karşı sert önlem alacaklarını söylemişlerdi. Ve tüm işaretler de Katar'ı gösteriyordu…" demesi Katar üzerinden genelde Siyasal İslam'a özelde de İran'a mesaj vardı.

İkincisi; Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde sürdürülen savaşın ağırlık merkezi belirli aralıklarla değişiyor. Yani bazen Afganistan, Ukrayna, bazen Irak, Suriye ya da Yemen ama hep aynı üçgende sürdürülüyor. Postmodern savaşın küresel aktörleri, savaşın ağırlık merkezinin bu kez Basra Körfezine kaydırılmasında yarar gördüler. İran ile S. Arabistan arasında süren gerilim bu kaydırma için uygun zemini zaten hep sunuyordu.

Üçüncüsü; tüccar Trump, İran ve "terörist örgütler" üzerinden Körfez'de gerilimi tırmandırarak, özellikle pompalanan İran korkusunun yarattığı iklimde petrol zengini Körfez ülkelerine silah satmak istiyordu ve istediğini de elde etti. Trump "Suudi Arabistan Kralı'na ziyaretin karşılığını aldığımızı görmek güzel…" diyecek kadar pervasız bir tüccar olduğunu saklamayacaktı! Böylece Trump'ın ilk geziyi neden S. Arabistan'a yaptığı da anlaşıldı! ABD silah tekelleri, Suudilere tarihin büyük satışı olarak 110 milyar dolar silah sattılar! Kaldı ki iki ülke arasında yapılan ticari anlaşmalar bununla da sınırlı değil toplam kapsamı 380 milyar dolar! Anlaşılan İran tehdidi bahane silah ticareti şahane! Tüccar Trump, İran tehdidi bahanesiyle Körfez Arap ülkelerini sıraya koymuş silah satışı yapıyor.

Dördüncüsü; ABD'nin radikal İslam'a karşı "ılımlı İslam" tezi, Mısır denemesiyle zaten kırılganlaşmıştı, Katar kriziyle "Ilımlı İslam"la yollarını tümüyle ayırmak istiyor. Tümüyle diyorum çünkü "Ilımlı İslam"a ilk olarak 2011 Arap baharı ile Mısır-Tunus'ta yönelmiş ama yarı yolda terk etmişti! Şöyle ki Arap Baharı ile ABD, Mısır'da önce Mübarek'e karşı İhvan-ı Müslim iktidarını desteklemiş ancak kısa sürede belli başlı şu nedenlerle "Ilımlı İslam" ile yollarını ayırmıştı:

*S. Arabistan'ın, ABD'ye "mesele demokrasi, özgürlüklerin yokluğu ise onlar esas bende yok. Arap baharını durdurun ve İhvan'dan desteğinizi çekin yoksa Arap baharı Körfezi yani bizi yakacak" diyerek karşı çıkması.

*İsrail'in de, "Arap baharı önlenmeli ve Mısır'daki İhvan-ı Müslim iktidarı devrilmeli yoksa kısa sürede Suriye'de İhvan iktidara gelir ki o zaman biz kendimizi İhvan-ı Müslim iktidarıyla kuşatılmış buluruz" çıkışının ABD'de karşılık bulması.

*Ayrıca ABD'nin kendi pratik deneyimiyle "ılımlı siyasal İslam" diye ara siyasal İslam tonunun kalıcı olmadığı; "ılımlı" olanın, ilk fırsatta aslına yani katı şeriat örgütüne dönüştüğünü görmesi.

Özetlediğim bu faktörlerin toplamında ABD, "ılımlı İslam"la yani İhvan-ı Müslim iktidarıyla yollarını kısa sürede ayırdı ve Mısır'da yeniden eski rejimin yolunu açacak askeri darbeyi destekledi. Erdoğan iktidarı ise İhvan-ı Müslim'e desteğe devam deyince ABD ile siyasal İslam'a yaklaşımda ayrıştılar ki bu devam ediyor.

Trump'ın iktidara gelmesiyle de ABD, radikal İslam ile "ılımlı" İslam ayrımına son verme politikasını derinleştiriyor ve Katar krizi üzerinden başta Türkiye olmak üzere herkese dayatacağı görülüyor. Trumplı ABD, aslında "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" misali Katar krizi üzerinden başta Türkiye'ye olmak üzere herkesi İran ve "ılımlı İslam" karşısında tutum almaya zorlayacak.

Çünkü başta Suriye olmak üzere bölgesel politikalarda Katar ile ortak davranan; en az Katar kadar Hamas ve İhvan'la dayanışma içinde olan hatta IŞİD vb terörist örgütlere kısa sure öncesine kadar açıkça her desteği sunan Türkiye'den başkası değildi.
Beşincisi; bütün bunlarla Trumplı ABD, Sünni-Şii kamplaşmasını derinleştirmek istiyor ki bölge iklimi de buna elverişli ama bu saflaşmada da en çok zorlanacak ülkelerin başında da Türkiye gelecektir.

Çünkü bir yandan İran ile tarihsel arka planı bulunan Sünni-Şii ekseninin hakimiyet mücadelesinde tarafken hatta Sünni eksen liderliğine oynarken İran'ın yalıtılması hesabına gelir! Diğer yandan ABD'nin Katar krizi ile herkese "Ilımlı İslam ile yollarınızı ayırın" dayatmasının başta Türkiye'ye dokunması durumu var. Ayrıca Türkiye'nin bir yandan resmi olarak NATO ve Batı müttefiki üyesi olması diğer yandan fiili olarak Doğu ekseni (Rusya ve İran) ile Suriye'de üçlü "garantör ülke" konumu gibi iki ara bir derede sıkışma hali de var.

Bunlara Türkiye'nin Kürdistan meselesinde, ABD liderliğindeki Batı ekseniyle yaşadıkları bilinen sorunlar da eklenince, Türkiye ağırlıkla Şii ekseninde yer alan ülkelerle aynı safta yer alır mı? Çok zor! Yani ABD, Mısır, S. Arabistan, Körfez ülkelerine karşı Rusya, İran, Irak, Lübnan, Katar'ın yer alacağı cephede Türkiye birden fazla nedenle bu cephede yer almaz.

Ayrıca küçük bir yarım adacık olarak Katar'ın uzun süre ABD ve Suudilere direnebilme kapasitesi de yok! Zaten ABD'de, Katar politikasında hem nalına hem mıhına vuruyor. Trump sert mesajlar verirken, dışişleri bakanı Tillerson, ilişkileri kesen devletlere "ablukayı hafifletin" çağrısını yapacaktı.

Katar krizi ve Kürdistan'da bağımsızlık referandumu

Savaşın ağırlık merkezinin, İran'ın hedef alınması nedeniyle Körfeze çekilmesi ve bölgede Sünni- Şii geriliminin bu kez İran ile Körfez ülkeleri arasında tırmandırılması… gibi gelişmeler dikkatleri Körfeze odaklayacağından, bağımsızlık referandumuna yönelen Güney Kürdistan siyasetine nesnel olarak yarayacaktır. Bu aralar İran'ın askeri ve siyasal enerjisini Kürdistan'dan başka alana çekecek her gelişme bağımsızlığa yönelen Kürtlerin lehine. Çünkü İran Kudüs Kuvvetleri komutanı Kasım Süleymani, Heşdi Şabi kuvvetlerinin saflarında Irak-Suriye yani iki Kürdistan parçasının sınırında poz vermesi bağımsızlığa yönelen halkımıza tehdit yüklü mesajlar içermekte.

İran'ın da desteği ve yönlendirmesiyle Şengal güneyine yerleşen Heşdi Şabi, "Şengal operasyonu" ile Kürde ölümü gösterip sıtmaya razı etme" politikası izliyor. Kürdistan'da IŞİD'in yerini almaya aday Heşdi Şabi belasıyla Şengal ve hatta Kerkük Kürdistan'dan kopartılmak istenmektedir. Bu koşullarda Kürt siyaseti şu belli başlı noktalara odaklanmalıdır:

*Güney Kürdistan'da yapılacak bağımsızlık referandumu heyecanının dört parça ve diasporadaki Kürt/Kürdistan halklarında da karşılık bulduğu; Kerkük'ün de referanduma dahil olması destek ve heyecan dalgasını büyüttüğü koşullarda halkımız, siyasetimiz amasız, tereddütsüz bağımsızlığı desteklemelidir. Yeryüzünde Kürtlerin de bağımsız devleti olsun diyorsak bağımsızlık referandumuna omuz verelim.

*Kürt siyaseti ve halkının yıllardır IŞİD karşısında gösterdiği ortak tutumu artık Heşdi Şabi karşısında da geliştirmenin zamanı geldi-geçiyor. Kürdistanlılar, parti ayrımı gözetmeksizin ve iç egemenlik hesaplarını bir kenara bırakarak Şengal'de bulunan Heşdi Şabi'nin "Kürdistana saldırırız" tehdidine karşı birleşmeli!

*Şunu bilelim, Haşdi Şabi üzerinden Peşmergeye rağmen Telafer ve Şengal Güneyine dönen İran-Irak yarın ayakaları yere tam basarsa, PDK ile PKK ayrımı yapmadan Kürde saldıracak. İran-Irak'ın Haşdi Şabi ile Kürdistan'ın iki parçası arasına yerleşmesine karşı, parçalar-diaspora halkımız ve siyasetimiz Güneyin yanında saf tutmalı.

*Kürtler bugün Avrasya ve Ortadoğu'da statükoyu savunan herkese özelde de Rus ve İran stratejisine dikkat etmeli! Rus stratejisti A. Dugin, Irak'la ilgili bir soruya yanıt verirken "Toprak bütünlüğünü savunmalıyız ama bu mümkün değil" diyerek şöyle der: "ABD-İsrail, Kürtleri maniple ederek Suriye-Türkiye-İran'ı yıkacaklar. Kürtleri korkutmadan onları Avrasya projesine dahil etmeliyiz" deyip devamla "Kürt devleti kurulursa ABD'nin eline bırakılmamalı" şeklindeki tespit ve önermesi yani A planı olarak Kütlerin devletleşmemesini hedefleyen ama durduramazsa bu kez B planı olarak "ABD'ye bırakılmamalı" diye özetlenecek olan planı Kürt siyaseti iyi okumalıdır. 12.06.2017

canbegyekbun@hotmail.com

 

RSS Feed

rojnameyanewroz.net

IFTTT
Blogger tarafından desteklenmektedir.