YARIM KALAN SÜRGÜN VE YAĞMANIN ADI; 6-7 EYLÜL 1955 RUM KATLİAMI…!

İttihat ve Terakki'nin başlattığı, "Anadolu'yu müslüman olmayanlardan temizleme" operasyonu, 1915 Ermeni Soykırımı'yla 1,5 milyon Ermeni'nin katledilip, sağ kalanların sürgün edilmesinin ardından, Kemalistlerce 1919'da bu kez Karadeniz'de Pontos Rumları hedef alınarak bu Türklşetirme poltikası devam ettirildi.
353 bin Pontos Rum'unun Soykırımı'na uğratılmasınddan sonra, Lozan'da 1923 yılında yapılan bir anlaşma ile geride kalan Rumlar 'Mübadele'ye yani zorunlu göçe Yunanistana tabi tutuldular. Ancak Kemalistler, Lozan'da İstanbul Rumlarının da mübadeleye tabi olmalarını sağlayamamışlar ve İstanbul Rumları mübadele kapsamının dışında kalmıştı.
Böylelikle 1923 Lozan Mübadele Anlaşması'na İstanbul Rumlarını dahil etmeyi başaramayan Kemalistler, 32 yıl sonra, hem de hepsinin mallarına ve mülklerine de el koyarak, yarım kalmış bir işi çok demokrat geçinen ve gösterilen Menderesin DP iktidarı tamamlayacaktı.
İstanbul'da 5 Eylül 1955 günü 130 bin olan Rum nüfusu kısa bir zaman içinde faşist saldırılar sonucu 2 bine düşecekti… Can güvenliği olmayan binlerce Rum, yaşadıkları yerleri terk ederken, gerideki malları ve mülkleri de ilerleyen günlerde peyderpey, devletin denetiminde yağmalanacak ve böylece Rumlar tasfiye edilecekti..
Daha sonra 1 Mayıs 1977 Katliamı sırasında Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanı ve 1991 yılında Nevşehir Valisi olan Oktay Engin, (o günlerde 20 yaşındadır ve Selanik'de yaşamaktadır) MAH (şimdiki adıyla MİT) tarafından Selanikte Atatürkün doğduğu eve yönelik bombalama eylemi için görevlendirilir.
6 Eylül 1955 günü radyodan Atatürk'ün doğduğu eve el bombası atıldığı haberi verilir. Hemen arkasından saldırılar organize bir biçimde başlar. Ve o akşam İstanbul ve İzmir'de o güne kadar görülmemiş bir faşist ırkçı yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirilir.
HER KATLİAMDA OLDUĞU GİBİ, YİNE MEDYA DEVREDEDİR
Hürriyet, Yeni Sabah, Cumhuriyet ve özellikle İstanbul Ekspres Gazetesi müthiş bir kışkırtma kampanyası açarlar. Saldırıların yönlendirilmesinde en büyük rolü Kıbrıs Türktür Cemiyeti oynar. Daha 1954 yılında DP desteğiyle kurulan bu cemiyetin İstanbul'da 1955 yılında 3 şubesi varken saldırıların hemen öncesinde 10 şubesi daha açılır. Kurulduğu sırada hükümet 350.000 T.L. daha sonra 200.000 T.L. yardımda bulunur
Hükümetin ve DP'nin de desteklediği vahşet iki gün sürer. Yüzlerce teçhizatlı askerin gözü önünde kamyonlara yüklenmiş güruhlar kazma, balta, kesici aletler ve hatta kaynak makinaları ile donanımlı olarak saldırıya geçerler. Irkçı tutumları ile bilinen İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği, Şoförler Cemiyeti, bazı sendikalar, Türkiye Milli Talebe Federasyonu, MTTB, TMGT ve DP ilçe teşkilatları çok organize biçimde çeşitli semtlerde topladıkları kalabalıkları saldırılarda yönlendirirler. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin Genel Sekreteri Kamil Önal 20.000 döviz hazırlatmış ve olayları yönetmiştir. Aynı gün 2. baskısı hem de 290.000 adet basılarak dağıtılan İstanbul Ekspres Gazetesine şu demeci vererek niyetini açıklar: "Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte bir mahzur görmüyoruz."
İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ne yapıldı.Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu'na geçerek müslüman olmayanların toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni,Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkanlarına saldırarak yağmaya başlar.
İstanbul'daki Rum azınlığın ev, işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda dikkat çeken en önemli nokta, enmiyet birimlerinin bu yapılan saldırılara sessiz kalışıdır. Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, yirmi-otuz kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlanır. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz tahrip edilir ve milyarlarca liralık mal sokaklara saçılıp, yağmalanır.
İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapılır. Dükkanlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açar, ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça ederler.
BİLANÇO
Kiliseler ve mezarlıklar da payını alır: Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verilir.1000'den fazla ev, 4000 dükkan, 27 eczane, 21 fabrika, 26 okul, 21 lokanta, 5 spor kulübü, 2 mezarlık tahrip ve yağma edilir, 15 Rum ve Ermeni katledilir. 200'den fazla Rum ve Ermeni kadına tecavüz edilir.
ANTAKYALI MEHMET TEVFİK ERGÜN'ÜN TANIKLIĞI
1922 Antakya doğumlu Mehmet Tevfik Ergün'ü kısaca tanıtmak istiyorum. Antakya'nın ünlü simalarından Zembilli Tevfik Hoca'nın oğlu. Antakya'da ilkokulu bitirdikten sonra kunduracılık yapmaya başlayan Mehmet Ergün bir ara Samandağ'da nüfus dairesinde çalıştı. Hatay'ın 1939 yılında ilhakı ile birlikte İstanbul'a yerleşti. 29 Ağustos 2010 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Abisi Deli Ziya Fransızlar döneminde jandarma olarak görev yapmıştır. Ben Ergün'den Hatay olayları hakkında çok değerli bilgiler topladım. Belleği çok güçlü olan Ergün'ün İstanbul'daki evinde 6-7 Eylül olaylarının yıldönümünde radyoda geçen bir konuşmayı dinlerken bana olaylarda gördüklerini ve yaşadıklarını anlattı.
6-7 Eylül sırasında bugün de kunduracıların merkezi olan Gedikpaşa'da çalışıyormuş. Şimdi olayları onun anlatımıyla dinleyelim:
"Gedikpaşa'dan biri geldi. Dedi ki <>
Çalıştığım yere, Çarşıkapı'ya geri döndüm. Giderken önce Taksim'e uğradım. Aksaray'dan kamyonlarla adamlar gelmişti. Bazı yabancılar da vardı. Türkçe, Kürtçe konuşanlar vardı. Bağırıyor, çağırıyor, bir şeyler söylüyor, dükkanları talan ediyorlardı. Her şeyler yerlere atılmıştı. Beyoğlu boyunca alayı Rum ve Ermenilerin vitrinleri kırılmış, içindeki her şey caddeye atılmıştı. Yüksekkaldırım'dan Karaköy'e indim. Hep aynı manzaralar. Köprüyü geçip Sirkeci'ye vardım. İşkembecideki çorba kazanları devrilmişti. Şapkalar yerlerde dolaşıyordu. Arkadaşım İsmet başıma bir fötr şapka koydu. Halbuki annem beni uyarmıştı; 'kimsenin malını alma' diye. Oradan Beyazıt'a geldik. Vitrinler boşalmış kumaşlar, şapkalar, kürkler dışarı atılmıştı.
Gece 11'den sonra örfi idare edilmiş yollarda tanklar dolaşıyordu. Hadise zaten akşamüzeri olmuştu.
Ben Bozdoğan Kemerinde oturuyordum. Eve geldim. Baktım ki bir bağrışma, telaş… Evde komşu kadınlar… Meğerki <> diye bir dedikodu çıkarılmış, benim hanım da ani bir kanama geçirmiş. Bütün çabalara rağmen kan durmuyor.
Bir taksi tutup doktor aramaya gitmek istedim. Taksici "izinsiz gidemem" dedi. Karakola gidip halimi anlattım. Doktor Bodrikyan vardı, Ermeniydi. Onu Azak sinemasının (Çarşıkapı'da) yanındaki evinden aldım. Doktor reçete yazdı. Babiali'de açık bir eczane buldum. Gece saat 3'e kadar her yarım saatte bir iğne verdik. Ancak kanama durdu. Doktoru korktuğu için mecburen evine götürdüm.
Ertesi gün işe gidince, şapkayı başıma takıveren arkadaşıma kızdım ve şapkayı yere çaldım.
-Bu şapka yüzünden başıma ne belalar geldi!
Ertesi gün ve sonraki birkaç gün içinde bu işe karışan, yapan ve çalan ne kadar adam varsa topladılar. İstanbul cezaevleri dolunca, Adapazarı ve İzmit cezaevlerine sevk ettiler."
NACİ ORMANLAR'IN TANIKLIĞIYLA
6-7 EYLÜL OLAYLARI
Olaylarla ilgili en komik çarpıtma bu 'işi komünistlerin yaptığı' açıklamalarıdır. Basın da bu konuyu ele almış, solcuları suçlayan yayınlar yapmıştır. Sosyalist gençler ve aydınlar gözaltına alınmış. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz sert sözlerle solcuları tehdit etmiştir.
Naci Ormanlar Antakyalı Saadet Özkan'ın eşidir. Öğrenciliği ve sonraki yaşamında sosyalist görüşleri olan Ormanlar 6-7 Eylül Olayları ile ilgili yaşadıklarını Gayrettepe'deki evinde 2 Mayıs 2008 günü anlattı:
"1955 yılında İstanbul'da eylül ayında bazı olaylar, bazı saldırılar oldu. Duymuşsundur 6-7 Eylül olayları. Menderes'in başbakanlığı döneminde Atina'da güya Atatürk'ün evine bomba atılmış. Bunun üzerine İstiklal Caddesinde Rumların ve Ermenilerin dükkanlarına saldırıldı. Ben o zamanlar gençtim. İstiklal Caddesine bir uğramıştım. Tam biraz yürümüştüm ki o "güruh" bağıra çağıra geldi. Bütün dükkanların camlarını kırdılar, çerçeveler parçalandı, eşyalar sokağa atıldı. Sahipleri dövüldü. Bazı şeyler yağmalandı. Polis hemen orada duruyor, seyrediyordu. Çok polis vardı. Hiçbir şekilde müdahale etmedi.
Ertesi gün yine aynı olaylar oldu. Öyle enteresan bir durum oldu ki <> dediler. Başladılar solcuları toplamaya. Sıkıyönetim komutanı -hafifleterek söylüyorum- <<İstanbul'u yaktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. O solcuların hepsini zındanlarda çürüteceğim>> gibilerinden tehditler savurunca doğrusu ben de çekindim. O zamanlar Suavi (Barutçu) ile arkadaşız. Abidin Özkan askerde. Saadet (Özkan) ile tanışıyoruz. Evli değiliz. Neyse önce büyükler tutuklandı. İşte Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo falan. Daha bize sıra var. Ben de İstanbul'dan gideyim dedim. Artık her yere adımız gelmiş. Bindik bir trene Adana'ya gittim. Orada bir arkadaşımın bağı vardı. Orda beni kimse bulamaz. Uzaklaştık. Saadet Antakya'da öğretmenlik yapıyordu. 6-7 ay Adana, Dörtyol ve Antakya'da kaldım. TİP'ten Hukuk Fakültesinden arkadaşım Dörtyol'da askerdi. Saadet ile Şubat 1956 da evlendik. Antakya Belediyesinde nikahımız kıyıldı. Nikaha şahidimiz Latif Günal'dı.
Daha sonraları ortalık duruldu. İşi solcuların yapmadığı ortaya çıktı. Birçok arkadaşımızı saldılar. Ben de İstanbul'a döndüm. Ortalık duruldu ama yine de aranıyordum. Henüz arama kararı kalkmamış. Bir cam atelyemiz vardı, oraya gittim. Hemen polis beni ensemden yakaladı. <> dedi. Sıkıyönetim kalkmıştı ama mahkeme dosyaları duruyordu. Beni askeri hakimin karşısına çıkardılar. Bir yüzbaşı bakıyordu. <> diye sordu. Ben de tedbirli gelmiştim. Evlilik cüzdanımı özellikle iki tane çıkarmıştım. <> dedim. <> dedim. Gerçekten o zamanlar haberleşme şimdiki gibi değil. <> dedim. Aldı baktı. Sonra <> dedi ve salıverildim."
ORGENERAL SABRİ YİRMİBEŞOĞLU
Olaylarla ilgili dava uzun yıllar sürüncemede kaldı. 27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra mahkemesi yapılan olayda pek az sanık ceza aldı. Menderes dahil hükümet üyeleri hüküm giydiler. Ancak perde arkasında işin tertipçileri araştırılmadı. Mahkemenin tek işe yarar sonucu Atatürk'ün evine bomba atan kişinin bir Türk olduğunun ortaya çıkmasıdır.
Olayların asıl sonucu yüzyıllardan beri İstanbul'da yaşayan yüz bin kadar Rum ve Ermeni'nin çeşitli ülkelere göç etmesidir. Böylece sermaye el değişimi gerçekleştirilmiş oldu. Rum ve Ermeni malları el değiştirdi.
Bu konuda en çarpıcı açıklamayı Seferberlik Tetkik Kurulu komutanlarından emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu'na bir röportaj sırasında yaptı:
"6-7 Eylül de Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı".
devrimci karadeniz

RSS Feed

halkinbirligigncelhaber

IFTTT
Blogger tarafından desteklenmektedir.