Seyit Rıza, 1937 yılının 15 Kasım günü sabah karşı Elazığ'da Buğday Meydanı denilen yerde kurulan idam sehpasına yürürken onu izleyenler bu yaşlı adamın vakur duruşu karşısında ürpermiş, herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Kasım ayının soğuk bir gecesinde idam sehpasına gitmeden önce meydana bakan Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi tarihe ve geleceğe sesleniyordu: "Evladı Kerbelayız. Bi hatayız. Ayıptır, zulümdür, cinayettir" Bu cinayetin üzerinden 80. yıl geçti, fakat bu ayıp olduğu yerde olanca yüz karasıyla öyle duruyor. Cinayet 80, yıl önce işlendi fakat aradan geçen bu süre içinde her defasında yeniden ve yeniden tekrarlanarak bu zulüm de durmaksızın devam etti. Ayıp temizlenmedi, zulüm durmadı, cinayet yargılanmadı Seyit Rıza, Dersim'de saygın kabul edilen bir aşiret liderinin oğlu olarak doğmuştu. Dersim'de sözü edilen bu aşiret yapılanması, kimi çevrelerce iddia edildiği gibi feodal bir sistemin hiyerarşik unsuru değil, Dersim'in sosyolojik yapısının halen de devam eden tipik bir özelliğidir. Seyit Rıza'nın Dersim aşiretleri arasındaki otoritesi ve saygınlığı da sahip olduğu ekonomik güç ve aşiretler arası hiyerarşik yapıdan beslenmiyordu. Bu saygınlık Seyit Rıza'nın hem sahip olduğu kişilik özelliklerinden hem de Dersim inancında yeri güçlü olan bir kanaat önderi olmasından kaynaklanıyordu. Seyit Rıza'ya seyitlik üzerinden atfedilen feodal aşiret reisliği veya ağalık vb gibi "gerici"nitelemeler, devlet otoritesini tesis etmeye yönelik bir modernist manipülasyondan ibarettir. Seyit Rıza öteden beri Dersim aşiretleri içindeki saygın yeri nedeniyle sözü herkesçe dinlenen ve kararları Dersim toplumu içinde dikkate alınan saygın bir kişidir. Bu özelliğinden dolayı devletin Dersim'le kurmaya çalıştığı ilişkilerde Seyit Rıza hep muhatap alınan ve pazarlık yapılan kişi de olmuştur. Nitekim Rus işgali döneminde Osmanlı devleti Seyit Rıza şahsında Dersim'le bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Dersimliler, Rus işgaline karşı Osmanlı'nın yanında yer aldılar. Buna karşılık Osmanlı hükümeti de Dersimlilere silah ve para vermiştir. Bin yıldan beri topraklarını ve özerkliklerini kıskançlıkla koruyan Dersimliler Rus işgali döneminde"savunma savaşı"na girerler. Bin yıldan beri topraklarını ve özerkliğini kıskançlıkla koruyan Dersimle ilgili devletin planları, Cumhuriyetle birlikte aşamalı ve sistematik bir şekilde uygulanmaya başlandı. 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in İçişleri Bakanlığına sunduğu raporda "Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır…" diyordu. Niyet çok önceden belliydi. Sistematik bir şekilde uygulamaya konulan bu planda en önemli aşama 25 Aralık 1935 tarihinde kabul edilen 2884 Sayılı Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanunla hayata geçirildi. Bu kanunla Dersim'e atanan valiye süper yetkiler veriliyordu. Yapılan yargılamalarda mahkemece verilen kararlar kesin kabul ediliyor ve temyiz etme hakkı bulunmuyordu. Yine aynı kanundan alınan yetkiyle insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor, topluca ülkenin en uzak köşelerine sürgüne yollanıyordu. "Çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak" için bütün koşullar hazırlanmıştı. Geriye kalan şey artık bir askeri harekât için gerekçe oluşmasını sağlamaktı. Şimdilerde daha iyi anladığımız ve gördüğümüz gibi askeri harekât için gerekçenin ortaya çıkması çok da zor olmayacaktı ve askeri harekat 1937 İlkbaharında başladı. Hükümet kararlıydı, Dersim "tedip", yani terbiye edilecekti. İlk kadın pilot Sabiha Gökçen'in uçağından atılan ilk bombalar bu kararlılığın göstergesiydi. Artık tedip de yetmiyordu. Onun yerini, sözlüklerin "Düşman ya da zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma" diye tanımladığı "tenkil" almıştı. Bakanlar Kurulu kararlarında"tenkil"den söz ediliyor, Genelkurmay'ın arşivine tenkil raporları yağıyordu. Devlet yetkililerinin görüşme talebiyle ilgili çağrısı üzerine barış görüşmeleri yapmak üzere Erzincan'a giden Seyit Rıza, 5 Eylül 1937'de Erzincan yolundayken yakalandı ve tutuklandı. 5-13 Eylül arasında, sadece sekiz gün süren yargılama sonucunda Seyit Rıza'ya idam cezası verildi. Bu yargılama sırasında gerçek yaşı en az 75 olan Seyit Rıza'nın yaşı idama engel bir durum olmasın diye mahkeme tarafından 57'ye indirildi. Tutuklandıktan sonra geleneksel kıyafetinin bir parçası olan başındaki sarık çıkarılmış, onun yerine kendisine Cumhuriyetin modernliğinin göstergesi olarak görülen bir fötr şapka verilmişti. Seyit Rıza'nın yakalandıktan sonraki hiçbir fotoğrafında başında geleneksel sarığı yoktur, hepsinde fötr şapka giydirilmiştir. 500-495 Seyit Rıza, Ramazan ayına denk gelen 15 kasım 1937 tarihinde sahurdan sonraki saatlerde küçük oğlu Resik Hüseyin, yeğeni Yusufhan aşireti reisi Kamber, Kureyşan aşireti reisi Seyit Hüseyin'in de aralarında bulunduğu on kişiyle birlikte asıldı. Son isteği kendisinin oğlundan önce infaz edilmesiydi fakat küçük oğlu kendisinden önce asıldı. Asılmaya götürülen her bir idam mahkumuna, modernliğin ifadesi olarak birer kasket ve şapka giydirildi. İnsanların dirisi kadar ölüsünden de korkan devlet Seyit Rıza'nın ölü bedenini kimsenin bilmediği bir yere gömdü. Seyit Rıza'nın bir mezarı yok. Kimseden iade-i itibar istemiyoruz. Çünkü Seyit Rıza'nın itibarı zerre kadar bile sarsılmamış, eksilmemiştir. Onu sehpaya götürenler bu utancın rezilliğiyle geçip gittiler bu dünyadan. Seyit Rıza 78 yıl önce tarihe ve geleceğe haykırdığı o sözlerle kendi katillerini yargılamış, onların suçlarını yüzlerine okumuşu: "Ayıptır, zulümdür, cinayettir!"
| | halkinbirligigncelhaber | | |
Leave a Comment